KURUMSAL
- TÜM BAĞIŞLAR SAYFASI
- KURBAN FAALİYETLERİ
- ONLİNE SADAKA VER
- EĞİTİM FAALİYETLERİ
- RAMAZAN FAALİYETLERİ
- KIÅž YARDIMLARI
- AFRİKA EKMEK YARDIMI
- AFRİKA SU KUYUSU
- ARAKAN KAMPLARI SUKUYUSU
- AFRİKA YEMEK YARDIMI
- MARKET KARTI YARDIMI
- AFRİKA ÇOCUK SEVİNDİRME
- ÇOCUKLAR MUTLU OLSUN
- AFRİKA SÜT KEÇİSİ
- PROJELER
- FAALİYETLERİMİZ

ÖÄžRETMENİMLE 45 YIL ARADAN SONRA...
Yüzü ÅŸiÅŸmiÅŸ vaziyette yaÅŸlı bir insan geldi muayenehaneme.
Gözleri hep beni süzüyordu.
Muayene bitince ben reçete yazmak için yan odama geçtim, o da arkamdan geldi.
-“Doktor bey, bana bir daha bakar mısın, yüzüme lütfen bir daha bakar mısın?” dedi.
Ben zannettim ki, diÅŸimi bir daha muayene eder misin demek istiyor.
-“Amcacığım, baktım, muayene ettim, ÅŸimdi ilaç yazacağım” dedim.
-“Yok yavrum, muayene et demek istemedim, benim yüzüme, simâma iyice bir daha bak. Ben de sana zaten epeydir bakıyorum. Ben, sanki seni bir yerlerden tanıyorum, evet bana insanlığı hatırlatan sözlerin sahibi o ufacık çocuk sensin. MeleÄŸim benim, nasıl unutabilirim seni, hatırladın mı beni” dedi.
Pek ÅŸaşırmamıştım bu sözlere, çünkü gelen binlerce hastadan bazıları, nadir de olsa, beÅŸ on kuruÅŸu vermemek için öyle çok hikayeler uydururlar ki, “iÅŸte onlardan biri daha” dedim içimden. Halbu ki, ben muayene etmek ve bilgilendirmekten ÅŸu yaşıma geldim kimseden beÅŸ kuruÅŸ almamıştım.
O, devam etti;
-“Hatırladın mı canım, benim güzel yavrum? Kar yaÄŸmıştı YeÅŸilhisar’a, öyle yaÄŸmıştı ki, sen yürürken beline kadar gömülüyordun. Erciyes daha bir heybetli görünüyordu. O gün ayrıca fırtına çıkmıştı birkaç saatlik. Karları alıp bir yerlerden baÅŸka bir yerlere üfürüyordu. Ve o karda senin ayakkabıların yoktu, okula öyle gelip gidiyordun. Sınıfımda 6 öÄŸrencim vardı ayakkabısı olmayan. Sonra onların 5’i ayakkabıya kavuÅŸmuÅŸ, ayakkabısız bir sen kalmıştın Kerim’im, canım.”
Ben bir anda ÅŸaÅŸkına dönmüÅŸtüm. 45 yıl aradan sonra bazan hatırlayıp kendisine dua ettiÄŸim Kuddusi öÄŸretmenim karşımdaydı. Aklımın ucundan geçmezdi onu böyle karşımda bulacağım. Her hatırlayışımda, “acaba nerede, belki de çoktan ölmüÅŸtür kim bilir” diye düÅŸünürdüm. Hiç unutabilir miyim böylesi merhamet ve ÅŸefkat abidesi güzel öÄŸretmenimi?
O’nu da lüzûmsuz hikâyeler uyduran bazıları ile karıştırmam beni çok üzdü. Neden hep kötüye yorumluyordum, neden her gelene “bu da onlardan biridir mutlaka” mantığı ile bakıyordum. Beni böyle düÅŸünmeye iten sebepler gözümün önünden geçti. Ben de çok iyi niyetliydim, bu iyi niyetimin faturasını çok pahalıya ödemiÅŸtim. Çok aldanmış, hatta bazen “Ya Rabbi, Adem'den (as) bu güne yarattığın insanlar içinde iyiler neden az ey güzel Allah’ım” diye Rabbimle dertleÅŸiyordum.
Kuddusi öÄŸretmenime de ilk etapta öyle bakmam normaldi.
O anlatmaya devam ederken dayanamayıp, “canım öÄŸretmenim sizsiniz haa” deyip, bekleme salonunda bekleyenlerin önünde, gözlerimden yaÅŸlar akarak, 5-6 yaÅŸlarındaki bir çocuk gibi öyle sarıldım ki, bırakmak istemiyordum. O beni, ben onu sanki hiç bırakmamak üzere kucaklamış, öyle sıkı sarılmıştık ki, biri birimizden ayrılmak istemiyorduk.
Sonra benim odama geçtik. Bekleyen hastalarımdan yarım saat müsaade istedim, onlar da gördükleri tablo karşısında seve seve kabullendiler Allah (c.c.) razı olsun.
O karlı, fırtınalı günü benim gibi hiç unutmamış ve O, en ince teferruatına kadar hatırlıyormuÅŸ meÄŸer. Benim hatırımda kalan sadece o soÄŸuk günde öÄŸretmenimin bana bir ayakkabı alarak beni sevindirmesi idi. O zor günü yeniden anlattı.
-“Sınıfa girdim. Yine her zamanki gibi selamlaÅŸtık. Bizim meslekte oturmak yok bilirsin, hakkını vermelisin aldığın paranın. Dersi ayakta anlattım, gözüm hep sendeydi, beni dinledin. Mâsum bir vaziyetin vardı. Dersi tekrar anlatman için seni tahtaya kaldırdım. Bu sefer her zamankinden farklıydın. “Kalkmak istemiyorum” dedin. Buna inanamadım küçüÄŸüm! Sinirlendim, tekrar söyledim adını, “Tahtaya kalk!” Gözlerin doldu ama kalkmadın. Ne acı ki, gururuma yenildim. Her ÅŸeyi anladığımı zanneden bir öÄŸretmen bilirdim kendimi. Yokluktan üÅŸüyen onurunu anlayamadım, hissedemedim. Kalktın, evet kalktın; gözlerinden düÅŸen damlalarla yanıma geldin, gözlerime baktın. Israr etmesem konuÅŸmayacaktın, biliyorum. Usulca yaklaÅŸtın, kulağıma fısıldadın. Hâlâ kulaklarımda o sözün:
“ÖÄŸretmenim! Ayakkabım yok, tırnaklarım taÅŸlara çarpmaktan kanlar içinde, üstelik ayağımda çok kirli, görüyorsunuz. Bu vaziyetimi arkadaÅŸlarımın görmesinden utanıyorum, o yüzden kalkmak istemedim…”
Bilir misin kurÅŸun insanı bir sefer öldürür, ben o an binlerce kez öldüm.
Bütün arkadaÅŸların baktı sana, sen o kadar onurluyken. Herkes gördü senin kanayan çıplak ayaklarını.
Kaynayan bir aşın varsa evde, 3-5 kuruÅŸ paran da varsa cebinde, kralı oluyorsun dünyanın. Gözlerine perde iniyor ansızın, gözlerin ya görmüyor fakirin halini, ya da görmek istemiyor insanlıktan bi haber yüreÄŸin.
Sen yine oturdun usulca yerine. Kolay mı ders anlatmak, o küçücük ayaklar kan revan içindeyken, donmuÅŸken? O yalan bilmeyen dilin, yoksulluÄŸa bel bükerken, ne kadar dinleyebilirdin anlattıklarımı, bunca emsal çocukların arasında ezik düÅŸmüÅŸken?
Teneffüste herkes dışarı çıktı. Kalmanı istedim, aÄŸlıyordun. Öyle aÄŸlıyordun ki, ancak nehirler dile gelirdi gözyaÅŸlarında. Sarıldın sıkıca, biliyor musun, biraz evvel sarıldığın gibi? Bir daha hiç kimse sarılmadı bana. Bakıştık birbirimize, babayla oÄŸul gibi. Sonra aÄŸlayışımıza güldük. Cebimden para çıkarıp sana uzattım. Yeni bir ayakkabı al diye, öyle onurluydun ki almadın. Sonra bir hikâye anlattım, inandın bana. “Söz veriyorum öÄŸretmenim!” diyerek parayı aldın.
Biliyor musun ben o gece hiç uyumadım. Defalarca sorguladım kendimi. Koluma çantayı takıp okul bahçesinde tur atmanın öÄŸretmenlik olmadığını o gün anladım. Sıcacık evimin odasında ÅŸiirler, hikayeler yazarken, öÄŸretmenliÄŸin tahta başında kalmadığını seninle öÄŸrendim güzel çocuk. Ben hayatı yeniden seninle keÅŸfettim.
Ertesi gün Cuma idi, hayatımda daha da büyük ÅŸoku o gün yaÅŸadım. Gülümseyerek öÄŸretmenler odasına girdin, beni çağırdın. Kısık bir sesle “ÖÄŸretmenim gelebilir misiniz?” Gözlerindeki o parıltı var ya, sanki yeniden doÄŸdum o ışıltınla. Ayakkabılarını gösterdin bana, ümitlerin kadar parlaktı ayakkabıların. Giderken elime bir miktar para tutuÅŸturdun. “Bu ne?” dedim.
YeÅŸilhisar'da Cuma günleri pazardı ve sen, pahalı olmaması için ayakkabılarını pazardan aldığını söyledin. Artan parayı da bana getirmiÅŸtin.
Sen ne asildin güzel çocuk, sen ne asildin. Kim öÄŸretmiÅŸti sana bu kadar asil olmayı, dik durmayı? Ben mi öÄŸretmendim, yoksa bana insanlığı öÄŸreten sen mi? “Ayakkabı almışın ama, gördüm ki çorapların da yok, haydi ona da çorap alırsın güzelim!” dedim.
Aradan 45 yıl geçmiÅŸ, seninle büyüdüm, olgunlaÅŸtım, yenilendim. Kim bilir ÅŸimdi o hangi yıldızlar ülkesindedir? Hâlâ o minik ellerini, gecenin soÄŸuÄŸunu kimlerle paylaÅŸtığını, yarım ekmeÄŸini kimlerle bölüÅŸtüÄŸünü düÅŸünüp durmaktaydım. Allah (c.c.) bizi tekrar burada buluÅŸturdu.
Anladım ki, kitaplardan öÄŸrenilmiyor her ÅŸey. Sana binlerce teÅŸekkür; bana içtenliÄŸi, onuru, paylaÅŸmayı, her ÅŸeye raÄŸmen dürüst ve ayakta kalmayı, kısaca insan olmayı öÄŸretmiÅŸtin KARA GÖZLÜ MELEK…”
Tekrar ikimiz de aÄŸlıyorduk, Göz göze geldik gülümsemeye baÅŸladık.
Dedim; “ÖÄŸretmenim, benim sizden ayakkabı parasını almamı saÄŸlayan, anlattığınız hikayeyi siz de hatırlıyorsunuz. Bana o hikâyenin gereÄŸini yerine getirmem için bu fırsatı veren Rabbimiz’e hamd ü senalar ediyorum. Beni o günlerde kardan, kıştan koruyacak ayakkabılarım yokken, siz bana ayakkabı, çorap aldınız. Sizin de aÄŸzınızda hiç diÅŸiniz yok. O zaman siz de müsaade ederseniz, bu gün sıra bende. Åžu bir hafta içinde rahat yemeye baÅŸlamanız, hiç çekinmeden gülümseyebilmeniz için sıra bende canım öÄŸretmenim”
Beraberce gülümsedik, gülümsedik…….
Dt.Abdülkerim KaraaÄŸaç